Yaşananlar, yaşayanlar ve iz bırakanlarla Bu Hafta…
17 MAYIS
Karşınızda modern immünolojinin ve aşı biliminin öncüsü, Edward Jenner.
Onun insanlığa olan en büyük katkısını geçtiğimiz haftanın sayısında anmıştık. Bu büyük hekim ve cerrah, aslında biraz da çağın olanaklarından faydalanmıştı. Şöyle ki, bugün ne denli emin olunursa olunsun, yapılan aşılar belli aşamalardan geçmeden uygulanmıyorlar. Oysa Jenner, iğneyi şappadanak batırmıştı. Hem de 8 yaşında ve oldukça sağlıklı bir çocuğun bedenine.
Aslında sonucuna rağmen “skandal” denebilecek bu süreç, insanlığın en büyük felâketlerden birini def etmesiyle sonuçlandı. (Neyse ki!) Jenner, 14 Mayıs 1796’da, 8 yaşındaki James Phipps’i sedyeye yatırdı ve sütçü bir kadının elinden aldığı inek çiçeği irinini küçük bir kesiyle çocuğun koluna sürdü. Çocuk hastalandı. Kısa bir süre hafif ateş ve halsizlik geçirdi. Jenner bundan altı hafta sonra “gerçek çiçek” Smallpox virüsünü çocuğa enjeksiyon yoluyla verdiğinde, Phipps en ufak bir hastalık belirtisi bile göstermeyecekti. Bağışıklık gelişmiş ve bir doktorun aslında tümüyle sezgisel bir şekilde giriştiği deney, zayıflatılmış bir virüsle yapılan aşıların hastalıkların çözümünde etkili olduğunu göstermişti. İnek çiçeği ile çiçek virüsünün ortak antijenlere sahip olabileceğini tahmin ederek oynadığı kumarı kazanan Edward Jenner ve onun dehasıydı.
Çiçek hastalığı insanlık tarihinde yok edilen ilk bulaşıcı hastalıktı. Bu adımla, kuduz, çocuk felci, kızamık, kabakulak, suçiçeği ve sayısız hastalığın ortadan kaldırılmasında ya da kontrol altına alınmasında dev bir adım atılmıştı.
Bu büyük bilim insanının doğum gününü kutluyoruz.
(Kendisi hakkında yazılmış olağanüstü bir biyografik metni, John Lloyd ve John Mitchinson tarafından yazılmış ve Türkiye’de NTV Yayınları tarafından yayımlanmış “Nasıl Bilirdiniz?” adlı kitapta daha detaylı olarak bulabilirsiniz.)
*
Aşıyı gözü kapalı bir şekilde uygulayan sadece Edward Jenner mıydı? Yooo! Birçokları o aşıyı, aynı gözü karalıkla bize de uyguluyorlar. (Neyse ki!)
Ama hangi ağaç şikayet eder yeniden filizlenmekten ve meyve vermekten? Hangimiz şikayet ederiz, iyi yada kötü ama daha önce görmediklerimizi gösteren pencerelerden? Hele de o pencereleri açan ozanların ellerinden?
İnsan canlısına aşıyı türküleri ve deyişleriyle yapan büyük üstad Aşık Mahzuni Şerif’i, 17 Mayıs 2002’de uğurladık dünyadan. “Deniz vurgununun yâresi bir hoş,” demişti. “Soyup kaçıp doyanlara” koskoca bir hatta birçok “YUH” çekmişti, öz be öz yeğenine kara haberi tez elden vermiş, “Kurban gelir payın yoktur, haftan yoktur ayın yoktur, Ankara’da dayın yoktur, Mamudo kurban niye doğdun?” diye çekişmişti.
Toplumsal adaletsizlik, yoksulluk, eşitsizlik ve sömürü, barış ve insan hakları konularında hiçbir zaman susmayan, yasaklara, hapislere ve sürgünlere rağmen geri adım atmayan bu büyük ozan, o muazzam eserlerinden yalnızca biri olan “İşte gidiyorum çeşmi siyahım” ile, en çok da giderken içimize işlemişti.
Ruhu şad, devri daim olsun…
*
Bugün, Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü… Neden, biliyor musunuz?
Çünkü Dünya Sağlık Örgütü, 17 Mayıs 1990’da eşcinselliği bir “hastalık” olmaktan resmen çıkarmıştır. Bu önemli dönüm noktası, LGBTQIA+ bireylerin damgalanmasına karşı küresel mücadelede bir sembol hâline gelmiştir.
Pride’a gidiyoruz, o hafta daha çooook konuşuruz! Şimdi 17 Mayıs’ı bitiriyoruz. Homofobik ve transfobikleri de bitireceğiz, buraya yazıyoruz!
18 MAYIS
“Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir;
Ömrümün yaprakları dökülür bir bir;
Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.”
Modern alkolikliğin kuruc… şaka şaka! Dünyanın en çok yönlü insanlarından biri olan Ömer Hayyam’ın doğum günü bugün. Matematikçi, astronom, filozof ama o da bizi en çok aşılayan yönüyle düşündüğümüzde, büyük bir şairdi. Yazdığı rubailer, dünyanın her yerinde iştahla okundu ve benimsendi. Takvimler hazırladı, matematik ve geometride büyük keşiflere imza attı, öte yandan yalnızca bir şair olarak değil bir filozof olarak da doğa felsefesi, kader, tanrı ve ölüm gibi konuları durmaksızın sorguladı. Hayatın geçiciliği ve ölümün kaçınılmazlığı konularında sıklıkla kalem oynatması ile bilinir ama dinlerin dogmalarını sorgulayan yanı onu bu anlamda öne çıkarmıştır.
İyi ki doğmuş da birçok insanın ömründe ve beyninde şimşekleri çaktırmış.
*
Önce çocukluğumuzun ve sonra, çocukluk ve çocuklar hiç kaybolmadığı için hayatımızın en keyifli ve öğretici oyunlarından biri, “İsim-Şehir” olabilir mi? Birçoğumuza göre öyledir. Hiçbir kuşağa mâletmeye niyet etmeyiz, ancak her kim başlattı ve sürdürüyorsa çocukluğumuzun bu güzelim oyununu bir pespayeliğe mahkûm etme işini, derhal terk etsin lütfen… Lütfen!
Yozgat, Uşak, Bilecik, Bayburt, Çorum… Zıkkım!
Biraz uzatalım: “Kaypak” kelimesinin mecazi anlamını bilir misiniz? “Sözünde durmayan, dönek, güvenilmez kimse” demektir. Peki, bugün aklınıza gelen en kaypak, en dönek, en politik ya da en apolitik insana sorsanız, en çok ne ister sizce? Sadakat, olabilir mi? Sözünde durmak, sır vermemek…
1949 yılında Çorum’un Karakaya köyünde doğdu.
Adı, İbrahim Kaypakkaya. “Ser verip sır vermemesiyle” bilindi.
Dersim’de bir çatışma esnasında vurulup yaralanarak yakalandı. Diyarbakır Cezaevi’nde aylarca süren işkencelere maruz kaldı. 18 Mayıs 1973 günü, “kaçmaya çalışırken vurulduğu” haberi duyurulduysa da hala O’nun adını fısıldayan Dersim’in dağları biliyor olan biteni…
19 MAYIS
“Bütün bu şerâit içinde dahi…” 16 Mayıs günü İstanbul’dan hareket eden Bandırma Vapuru, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ulaşmıştı.
Nitelikli, karşılaştırmalı ve sorgulamacı tarih disiplini dikkate alındığında ismi hayli alt sıralara doğru gitmeye başlayan tarihçilerden biri olan Bernard Lewis, kariyerinin belki de en doğru tespitlerinden birini yaparak şöyle demişti: “Osmanlı’dan bağımsızlaşan son ulus, Türklerdir.”
Öyle ki, Bandırma Vapuru’nu Samsun’a yanaştıran “ekip” bile bu hakikati bu kadar içselleştirmemişti belki o günlerde… Ama öyle yada böyle, Anadolu’nun “Kurtuluş Savaşı” içeride ve dışarıda böyle başladı. Bugün başladı.
20 MAYIS
Dünyada, tanrıdan sonra en çok canlı yaratan kudret kimdir, bilir misiniz? Bir yazar…
20 Mayıs 1799 günü doğan ve sayısız eser ve karakter yarattığı halde bu tutkusunu ve hırsını hiç yitirmeyen, kendi yazdığı karakterlerin ölümüne ağlayan, ölüm döşeğinde hâlâ “Daha yazacaklarım bitmemişti,” diyen Honore de Balzac.
“Otuz yıldır Balzac okuyorum, hayranlığımdan hiçbir şey kaybetmeden tekrar tekrar okuyorum,” diyen Stefan Zweig, bir gençlik tutkusunun peşine düşüp de biyografi alanındaki en kapsamlı ve kalıcı eserlerinden birini yazdığında Balzac’ı iliklerine kadar anlatmıştı. Hakkında Türkçede yazılmış en güzel yazılardan birini ise Ahmet Altan kaleme almıştı. Altan’ın, “Kristal Denizaltı” adlı kitabındaki “Mutsuz Dev” yazısı şöyle sonlanıyordu:
“Hayatı boyunca zengin, soylu ve itibarlı olmak istemişti.
Hiçbirini olamadı. Büyük bir yazar oldu.”
Elli bir yaşında öldüğünde, tam yetmiş dört cilt roman yazmış olan Balzac’ı sonsuzluğa uğurlayan konuşmayı, Fransız edebiyatının bir başka devi, Victor Hugo yapmıştı.
*
Honore de Balzac, sonradan zengin olmuş köylü bir babanın oğlu olmasından ötürü bir utanç duymuş, girmek istediği çevrelere girebilmek için de Fransa’da sadece “soyluların” kullanabildiği “de” unvanını ismine kendisi eklemişti. Çok para kazanabilmek için türlü işlere kalkışmıştı ki, bunların arasında dolandırıcılık bile vardı. Belki de yarattığı en enteresan karakterlerden biri kendisiydi çünkü onun anlattığı gibi bir Balzac aslında hiç var olmamıştı. Unvanları gibi, geçmişi bile kurmacaydı. Bütün bunları sadece zengin olabilmek için yapmıştı.
Bütün zenginlikleri elinin tersiyle iten bir adam ise, Balzac’tan 136 yıl sonra ama aynı gün, 20 Mayıs 1935’te Montevideo’ya dünyaya geldi. Doğduğu gibi bir Mayıs ayında aramızdan ayrılan ve geçtiğimiz hafta sonsuzluğa uğurladığımız José Mujica’nın doğum günü bugün.
Bir gerilla olan Mujica’nın en kıymetli miraslarından birinin tutarlılık olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yine bir savaşçı gibi “zenginlik” ve “yoksulluk” tanımlarını yerle bir etmiş, kendisi için “Dünyanın en yoksul başkanı” dendiğinde buna itiraz etmiş ve şöyle demiştir: “Fakir değilim, az ihtiyaçla yaşıyorum. Gerçek yoksulluk çok fazla şeye ihtiyaç duymaktır.”
1960’larda Tupamaros adlı bir silahlı sol örgütün üyesi olan bu büyük gerilla, askeri rejim döneminde tutuklandıktan sonra hayatının 14 yılını hapiste geçirmişti. “Siyaset insanlara hizmet etmenin bir yoludur, zenginleşmenin değil” diyen Mujica, Frente Amplio ile siyasete girdikten sonra bu söylemine uygun yaşam tarzına hiç ters düşmedi. Önce tarım bakanlığı sonra cumhurbaşkanlığı maaşının büyük bölümünü her zaman bağışladı, kırsaldaki küçük evinde köpeğiyle birlikte yaşadı ve makam aracı olarak kendi arabası olan Vosvos’u kullandı.
Hayatı boyunca, başta kendisi olmak üzere hiç kimseyi dolandırmadı.
Çok yeni uğurladık ama bugün doğum gününü kutlamak için toplandık. Yaşayacaksın, Mujica!
21 MAYIS
Yaşamak yada yaşatmak için değil de, tüketip kahretmek, zulmedip gadretmek için bir örgüt kuruldu bugün. Kimi zaman kucaklanılır, kimi zaman dışlanır… Bugün can havliyle birçok insanın ve kesimin sığındığı yada sahiplendiği “Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet” sloganı dahi bu örgüte aittir. Ancak kendileri de, bir şekilde def ettikleri iktidardan daha “iyisini” yerleştirememişlerdir. Osmanlı Ermenilerinin “büyük felaket”ine dönüşen tehcirin planlayıcısı ve uygulayıcısı 21 Mayıs 1889’da kurulan İttihat ve Terakki’dir.
22 MAYIS
İstanbul… Kadim tarihi boyunca istikrarlı bir şekilde tekrarlanan depremlerinden en sonuncusunu 22 Mayıs 1766 yılında yaşamıştı. Duyuyorsunuz, izliyorsunuz, biliyorsunuz: Bu takvime göre hesaplanan depremi hâlihazırda bekliyorsunuz. Evet, korkuyorsunuz, görmezden geliyorsunuz ama çok büyük bir hata yapıyorsunuz.
İstanbul’un ve Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri olan DEPREM hakikatinden kaçıyorsunuz.
Kaçmayın! Her gün ilân edin, her gün isyan edin… Lütfen!
*
“Balzac’ı sonsuzluğa uğurlama şerefine nail olan” mı diyelim? Demeyelim… “Balzac’ı sonsuzluğa uğurlama cesaretine sahip olan” diyelim…
“Sefiller” romanındaki muazzam cümlesi çok düştü ortalığa ama yeniden hatırlatmakta bir sakınca yok: “Şayet ruhumuz karanlıkta kalırsa, günahlar çıkar ortaya… Suçlu, günahı işleyen değil, karanlığı getirendir.”
Köleliğe, idam cezasına, yoksulluğa ve her türlü baskıya karşı her daim sesini yükseltmiş ve bütün bu mücadele pratiğini bizzat yaşarken kazanmış olan büyük yazar Victor Hugo, 1885 yılında bugün ayrıldı aramızdan. Minnetle anıyoruz…
23 MAYIS
Modern alkolikliğin kuruc… Hah, şimdi tamam! Biz masumuz çünkü adam kendi demiş: “Benim en iyi dostum içkim sigaram.” Yani…
Fakat asıl çarpıcı olan ikinci dizedir: “Onlar da terkederdi olmasa param.”
Sevgili Tanju Okan, iyi ki vakitlice gitmişsin, çünkü yaşasan muhtemelen yetmezdi paran… Ama biz yine de senin o tatlı boşvermişliğinle diyoruz ki: “Koy, koy, koy…”
Duydun mu?
Bu Hafta’yı Emre Dursun hazırladı