27.3 C
İstanbul

İnanç, Ulus ve Hakikat: Carlson ile Cruz Diyaloğu Üzerinden Teolojik ve Epistemolojik Bir Tartışma

Yayınlanma tarihi:

Cumhuriyetçi Senatör Ted Cruz’un İsrail’e olan desteğini “İncil’deki bir emir”le gerekçelendirdiği ve Tucker Carlson’ın bu literal yorumu sorguladığı tartışma, dinin siyasal meşrulaştırma işlevi ile hakikatin tarihsel-teolojik bağlamı arasındaki kadim çatışmayı bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Bu tartışma, sadece politik bir pozisyonun savunusu değil; aynı zamanda Tanrı’nın sözünün nasıl anlaşıldığına ve kime hitap ettiğine dair temel bir epistemolojik sorudur.

Cruz’un atıfta bulunduğu ifade, Tevrat’ın Tekvin (Genesis) kitabında geçen, “İsrail’i kutsayanlar kutsanacaktır, lanetleyenler lanetlenecektir” ayetine dayanmaktadır. Ancak burada sorulması gereken soru şudur: “İsrail” kavramı bu metinde neye işaret eder? Modern bir ulus-devlet yapısını mı, yoksa Tanrı ile antlaşma içindeki bir halkı mı?

Bu noktada Carlson’ın “İsrail hükümetini kutsamak mı emrediliyor?” sorusu, haklı bir teolojik titizlik içerir. Çünkü İncil’de geçen “İsrail”, bugünkü anlamda bir siyasi varlık değil, Tanrı’nın sözünü duyurması için seçtiği bir halkı ifade eder. Bu halk, tarihsel süreçte defalarca Tanrı’ya isyan etmiş, putperestliğe sapmış, adaletten uzaklaşmış ve bu nedenle peygamberler aracılığıyla uyarılmış bir topluluktur. Bu bağlamda “İsrail’i kutsamak” ifadesi yalnızca bir eleştirisizlik ya da siyasal körlük çağrısı değil, Tanrı ile kurulan etik antlaşmanın sürdürücüsü olma ilkesidir ve bu görüş başlı başına bir tehlike içermektedir.

Aslında meselenin ciddiyeti ve tehlikesi yalnızca Ted Cruz’un görüşleriyle de bitmez.

Tanrı’nın seçtiği halk?

Haaretz gazetesinde yayımlanan güncel bir ankete göre, İsrailli Yahudilerin %82’si Gazze’deki Filistinlilerin zorla sürülmesini desteklemekte, katılımcıların neredeyse yarısı ise bu eylemin Tevrat’ta anlatılan Eriha’nın fethi örneğiyle meşrulaştırılabileceğini düşünmektedir. Ayrıca, katılımcıların %56’sı İsrail vatandaşı Filistinlilerin de sürülmesinden yana görüş bildirmiştir. Mart ayında Penn State Üniversitesi adına yapılan bu anket, 2003’ten bu yana zorla yerinden etmeye verilen desteğin belirgin şekilde arttığını göstermektedir.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, özellikle Gazze operasyonları sonrası yaptığı açıklamalarda sıklıkla “Tanrı bizimledir” veya “İsrail Tanrı’nın halkıdır” gibi ifadeler kullanarak askeri kararlarına kutsal meşruiyet atfetmektedir. Bu tür beyanlar, dinin siyasette bir motivasyon değil, bir gerekçelendirme aracı haline gelmesi tehlikesine işaret eder.

ABD’de güçlü bir siyasi tabana sahip Evanjelik Hristiyanlar, bir yandan İsrail’i “Tanrı’nın seçilmiş halkı” olarak desteklerken, diğer yandan antisemitist mitolojileri yeniden üreten söylemler kullanabilmektedir. Bu ikilik, hem Yahudi toplulukları içinde hem de dinler arası ilişkilerde derin bir etik gerilim yaratmaktadır.

İsrail içinde de bazı Haredi (ultra-Ortodoks) gruplar, laik hükümet politikalarına karşı çıkarken protesto amaçlı Tevrat nüshalarını yakarak tepki göstermiştir. Bu tür eylemler, kutsalın sadece dışsal düşmanlarca değil, içsel muhalefet tarafından da araçsallaştırılabileceğini gösterir; teolojik kriz içindeki topluluklarda kutsalın anlamı bile tartışmalıdır.

Ayrıca X (Twitter), Telegram gibi dijital platformlarda İncil ve Tevrat ayetlerinin bağlamından koparılarak savaş propagandasında kullanılması, hakikatin dijital çağda yeni bir epistemolojik krizle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Kutsal metinler, burada yalnızca alıntılanmakla kalmayıp; kısaltılarak, görselleştirilerek veya seslendirilerek ideolojik “viral içeriklere” dönüştürülmektedir.

Bu sonuçlar, tarihsel ve teolojik temelli üstünlük inançlarının, nasıl çağdaş siyasal tavırları şekillendirdiğini gözler önüne serer. Kutsal metinlerdeki kavmiyetçi okumalar, adalet, rahmet ve evrensel insanlık ilkeleri yerine; etnik ayrıcalığı ve yerinden etme gibi eylemleri meşru gösterecek biçimde araçsallaştırılabilmektedir.

Ancak bu inançlar özünde ne kadar doğrudur?

İsa, İncil metinlerinde hiçbir zaman halkına “kavmim” ( İbranice karşılığıyla ammi – “benim halkım”) ya da onun Grekçe ya da Aramice karşılığı olan “my people” (laos mou veya ammî) diye hitap etmez. Bu önemli bir ayrıntıdır ve hem dilsel hem de teolojik olarak dikkat çekicidir.

Hz İsa’nın “Benim kavmim” dediğini Kuran’ın da hiçbir yerinde bulamayız. Her zaman kavmine İsrailoğulları diye sesleniyor.  İsa’nın hitapları daha çok: “Ey İsrailoğulları” (dolaylı olarak), “Ey Ferisiler!” (doğrudan eleştirel), “Sizler” (genel çoğul ikinci şahıs), “Komşunu sev” gibi evrensel mesajlarla doludur.  “Babam”, “Gökteki Babam”, “Siz kardeşlersiniz” şeklinde daha çok ailesel ve ruhsal bağlar vurgulanır. Grekçe Yeni Ahit’te (İncil’in orijinal dili Grekçedir), İsa’nın ağzından çıkan ifadelerde “λαός μου” (laos mou – “benim halkım”) ifadesi geçmez. Bu ifade Eski Ahit’te Tanrı tarafından sıkça kullanılır: “Ve onlar benim halkım olacaklar, ben de onların Tanrısı olacağım.” (Yeremya 31:33)

Bu konuda akademik referanslar da bulmak mümündür; N.T. Wright, “Jesus and the Victory of God: Wright” adlı eserinde İsa’nın kavmî değil krallık (Kingdom of God) temelli bir misyon yürüttüğünü ve Yahudi milliyetçiliğini eleştirdiğini belirtir. James D.G. Dunn, “Jesus Remembered” da İsa’nın Tanrı’nın iradesini yerine getiren herkesin ailesinden olduğunu öğrettiğini, bu yönüyle Yahudi kavmiyetçiliğine karşı çıktığını savunur. John Meier, “A Marginal Jew” ile İsa’nın bir Yahudi olduğunu fakat öğretisinin Yahudi sınırlarını aşmak üzere yapılandığını ayrıntılı biçimde açıklar.

Semitik ve Arap geleneklerinde kavmiyet, soy ve kimlik baba üzerinden tanımlanır. Kur’an da insan soyunu “Ademoğulları” kavramıyla ifade eder. Dolayısıyla bir kişinin bir kavme mensubiyeti, babasından miras alınan bir kimliğe dayanır. İsa İncil boyunca hiçbir zaman kavmine “kavmim” diye seslenmez. Bu sadece bir hitap biçimi değil, öğretisinin kavmiyetçiliği aşan evrensel yapısının göstergesidir. Teolojik olarak, bu tutum Tanrı’nın mesajının etnik seçilmişlikten ahlaki sorumluluğa evrildiğinin bir işaretidir.

İncil’de İsa’nın öğretisi, çoğu zaman etnik yahut ulusal bağlılığa karşı eleştireldir. Matta 12:50’de İsa şöyle der: “Kim göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getirirse, kardeşim, kızkardeşim ve annem odur.” Bu cümlede İsa’nın, kan bağına dayalı kavmiyetçiliği değil, ilahi iradeye itaatin öncelikli olduğunu vurguladığı görülür. İsa’nın babasız doğumu, sıradan etnik sınırları aşan bir mucizedir ve Hristiyan teolojisinde Tanrı’nın insanlığa doğrudan hitabı, doğrudan müdahalesi olarak yorumlanır.  Bu yönüyle İsa’nın doğumu ve kavmiyetçi üstünlük anlayışına karşı Tanrı’nın hakikati bizzat bedenleştirme iradesidir. Bu müdahale aynı zamanda kavmiyetçilik, ırkçı üstünlük ve ulusal şımarıklık anlayışının da ilahi bir reddidir.

İsa’nın babasız doğumu, onun biyolojik-soy ilişkilerinden azade bir hakikat taşıyıcısı olduğunu; Tanrı’nın mesajının artık soyla değil, doğrudan inanç, ahlak ve tevhit temelinde şekillendiğini gösterir. Kökensel olarak bir kavme dayanmayışı, onun hiçbir etnik, siyasi ya da ataerkil soydan kaynaklı ayrıcalık taşımadığını gösterebilir. Bu bakış açısı, Tanrı’nın tüm kavimlere eşit uzaklıkta ve eşit yakınlıkta olduğunu ilan eden bir evrensellik mesajı olarak okunur. Tanrı, İsa’yı bir halkın tarihsel kibri için değil, bütün insanlığın ruhsal kurtuluşu için göndermiştir. Bu durumda İsa, sadece Yahudilere değil, bütün insanlığa ait bir peygamber/mesih olarak konumlanır.

Yine Meryem Suresi 30-32. ayetlerde, İsa’nın doğar doğmaz konuşarak kendini tanıtması dikkat çekicidir: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi, beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı…”

İslam’da da İsa’nın babasız doğduğu vurgulanır (Ali İmran 3/47; Meryem 19/20), ama bunun nedeni daha çok Tanrı’nın kudretini göstermek ve Âdem’in de babasız yaratılmış olduğunu hatırlatmak içindir.  Kur’an, Hz. İsa’nın doğumunu açıkça babasız ve mucizevi olarak tanımlar: “Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir O’nu topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, o da oluverdi.” (Al-i İmran, 3:59)

Saf Suresi’nin 5. ve 6. ayetlerinde Hz. Musa’nın “Ey Kavmim” (Ya Kavmi) diye hitap ettiği görülürken, Hz. İsa’nın aynı topluluğa “Ey İsrailoğulları” (Ya Beni İsrail) diye seslendiği belirtilir. Bu iki hitap arasındaki fark, biçimsel olmaktan öte, derin bir ontolojik farklılığa işaret eder.

Nahl Suresi 92. ayette de benzer bir buyruk vardır: “Bir topluluk diğerinden daha güçlüdür diye antlarınızı bozmayın; yoksa ayağınız kayar, bir felakete uğrarsınız.” (Nahl 16:92) Burada da kavmî aidiyet değil, ilahi gönderiliş ve hakikatin öğretisi öne çıkar.

Bu ayetler, hakikatin öğretisinin, etnik kimlik ya da siyasal aidiyetle değil, takva, yani Tanrı bilinci ve etik sorumlulukla ilişkili olduğunu ortaya koyar. İsa, sadece bir halkın değil, bütün insanlığın ruhsal kurtuluşunu hedefleyen evrensel bir çağrıdır. Bu çağrı, siyasallaşmış bir dinî kimlik üzerinden değil, hakikatin, adaletin ve ahlakın öğretisi üzerinden şekillenir.

Kur’an’da helak edilen toplumlar sadece geçmişin tarihi figürleri değil, aynı zamanda her çağda tekrar edilebilecek kibirli siyasal/toplumsal yapıların sembolleridir. Bunlar, hakikatin öğretisinin yerini üstünlük, ayrıcalık ve dünyevî iktidar arzusunun aldığı her düzene karşı ilahi birer uyarıdır. Bu figürlerden biri Âd KavmidirGüçleri ve yapılarıyla övünen bu toplum hakkında “Rabbinin Âd’a ne yaptığını görmedin mi? Hiçbir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad milletine ne ettiğini görmedin mi?” (Fecr89:6-8) ifadesi kullanılır. Ancak bu ihtişam, adaletsizlikle birlikte çöküşe yol açtı.

Semûd Kavmi de taşlara ev oyan, teknolojik olarak ileri ama zulme sapmış bir kavimdi:
“Semûd kavmi azgınlığı sebebiyle yalanladı…” (Şems 91:11) ve Lût Kavmi, ahlaki yozlaşmayı meşrulaştırmıştı: “Şüphesiz, Rabbinin azabı onlara sabaha karşı geldi. Biz orayı altını üstüne getirdik.” (Hud 11:82–83)

İsrailoğulları, çok sayıda peygamber gönderilmiş, vahiy almış bir kavim olmalarına rağmen, ilahi emirleri tekrar tekrar çiğneyip, üstünlük iddiasına saplanmaları nedeniyle defalarca sürgün ve azapla karşılaşmışlardır: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın… Ama sizden ahdi bozmayacak nice kimse az çıktı…” (Bakara 2:40-44, A’raf 7:167)

Bu örneklerin hepsi, Tanrı’nın ölçüsünün etnik kimlik değil, ahlaki yükümlülük ve adalet olduğunu gösterir. Seçilmişlik, ayrıcalık değil; daha büyük bir sorumluluk demektir. Bu sorumluluk ihmal edildiğinde, “seçilmiş” olduğu iddia edilenler bile ilahi adaletin tecellisinden kaçamaz.

Hakikatin öğretisi, tarih boyunca üstünlük taslayanları yıkan, kibri cezalandıran ve mütevazı olanları yücelten ilahi adaletin dili olmuştur. Bu dili anlamak ve yaşatmak, bir hükümeti desteklemekten değil, bir kavmi eleştirmekten değil, hakikate taraf olmaktan geçer.

İsa’nın kendisi İsrail halkının içerisinden çıksa da hiçbir zaman bir etnik üstünlüğün sözcüsü olmamış, bilakis Sezar’a ait olanı Sezar’a, Tanrı’ya ait olanı Tanrı’ya vermeyi öğretmiştir.

İncil’in hiçbir yerinde “modern bir hükümeti destekleyin” şeklinde bir siyasi emir yoktur. Bu tip yorumlar, kutsal metinlerin içeriğinden çok siyasi motivasyonlara dayanır. İsa’nın çağrısı, belli bir etnik yapıya ya da siyasi güce değil, kalpten dönüşüme ve Tanrı’nın adaletine çağrıdır. İsrail’in modern politikası üzerine bir görüş belirtmek elbette herkesin hakkıdır, fakat bu görüşü ilahi bir emir gibi sunmak, kutsal metinleri ideolojik aygıtlar haline getirir. İnanç, bu kadar basitleştirildiğinde, artık Tanrı’nın değil, insanın tasarrufuna girmiş olur.

Sonuç olarak, Tucker Carlson’ın sorusu yerindedir: “Hangi bağlamda? Nerede yazıyor? Gerçekten böyle mi?” soruları, iman eden herkesin kendisine sorması gereken sorulardır. İnanç, sadece bir siyasi pozisyonu kutsamak için değil, hakikatin peşinden gitmek içindir. Ve o hakikat, İsa’nın doğumu gibi, zaman zaman kavmi, sınırı ve siyaseti aşarak karşımıza çıkar.

Bu nedenle, Ted Cruz’un İncil’deki ayetleri modern bir devlet aygıtına doğrudan politik destek biçiminde okuması, teolojik bağlamdan kopuk, ideolojik amaçlı bir kullanımdır. Dinî metinlerin temel hedefi, mutlak bir politik pozisyon üretmek değil; insanı, hakikatle, ahlaki sorumlulukla ve Tanrı’nın adaletiyle yüzleştirmektir. Modern siyasal varlıkların sorgulanamaz şekilde “kutsanması”, dinin en temel uyarılarını boşa çıkarır.

Cruz, T. (2024). Tucker Carlson Interview with Ted Cruz. [Televizyon Yayını] Fox News. (Aktarılan söyleşi)

Wright, N. T. (1996). Jesus and the Victory of God. Fortress Press.

Dunn, J. D. G. (2003). Jesus Remembered: Christianity in the Making, Volume 1. Eerdmans Publishing.

Meier, J. P. (1991). A Marginal Jew: Rethinking the Historical Jesus, Volume 1. Yale University Press.

The Holy Bible, New International Version. (1984). Zondervan Publishing House. (Özellikle: Genesis 12:3; Jeremiah 31:33; Matthew 12:50)

The Qur’an. (1992). Translated by M. A. S. Abdel Haleem. Oxford University Press. (Özellikle: Al-i İmran 3:47, 3:59; Maryam 19:20, 19:30–32; Nahl 16:92; Fecr 89:6–8; Şems 91:11; Hud 11:82–83; Bakara 2:40–44; A’raf 7:167)

Haaretz. (2024, May). Poll: 82% of Israeli Jews support expulsion of Gazans; half back biblical Ericha model. https://www.haaretz.com

Penn State University. (2025). Israeli Public Opinion Survey on Gaza and Expulsion Policies.

Al-i İmran Suresi 3:59 – “Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir…”

Meryem Suresi 19:30–32 – “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitap verdi, beni peygamber yaptı…”

Matta 12:50 – “Kim göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getirirse, kardeşim, kızkardeşim ve annem odur.”

Yeremya 31:33 – “Ben onların Tanrısı olacağım, onlar da benim halkım olacaklar.”

Benzer İçerikler

spot_img

Son İçerikler

spot_img