22.7 C
İstanbul

Bana Sorarsan Susma!

Yayınlanma tarihi:

Aslında bu hafta “Edebiyatımızda Kadın Yaratıcılığı” ismindeki kitabıyla sevgili Hülya Soyşekerci’nin yazılarıyla ilgili bir “deneme” ele almak istiyordum. Gerçi hâlâ öyle. Sadece, düşüncelerimin akışında bir kayma oldu. Yoksa konumuz hep “kadın.”

Bağnazlığı, hayvana, çocuğa, kadına yönelik şiddeti, ülke gündeminin dışına süpürelim diyoruz ama olmuyor. Bu “güncel işkenceden” bıktık, usandık. Biteceğine katlanarak artıyor. Örgütlü olmanın gücünü, güzelliğini çoğu şair, yazar ince ince anlatıyor yıllardır. Buna rağmen “kadının, kadına” gösterdiği dayanışmanın şekli de değişti artık. Neden böyle oluyor bu? Nedenleri üzerinde düşünüyorum.

Çağımızın, “insanı hurdalaştıran” çılgınca sayrılığı, daha çok “kendini gösterme, kendini reklam düzeyine düşürme” kolaycılığına dönüştürüyor. İnsan, bir kez bu sayrılığa yakalanmaya görsün, yüreğinin, aklının kapısını, yaşamın içinde barındırdığı güzelliklere kendiliğinden kapatıyor. Onu, “duygu körleştirmelerine” uğratıyor. Güzel bir resim, güzel bir şiir, öykü ya da romanla tanışmadan, bunların tadına varmadan yaşayıp gidiyor. Bir de bunların “bilincinde!” olup kadına yönelik şiddeti, tacizi “aklamaya yönelik” bir tutumla, bir yazıyla “failin yanında” duruşuyla “kadın özgürlüğünden, kadın hareketinden ne anladıklarını” ortaya çıkaran olaylarla karşılaşıyoruz.

Yıllar önce, “meToo hareketi” ve bugünkü adlandırmayla “ifşa” etmekle kadının bedeni üstünden yürütülen “taciz” vakalarına, hak hukuk diyerek, yeni kuşakların, gençlerin kendilerini “önyargılarından” arındırıp sağlıklı görüşler edinmelerini sağlamaya yönelik bir direnişle, onlara da “dayanışmanın” önemini anlatmaya çalışıyoruz oysa. Kadının kimlik arayışı, birey olma savaşımı, aydınların, kadınların, feminist kadın hareketinin çabalarıyla…Bununla birlikte, ülkemizde ve dünyada kadınlar hâlâ savaşların, ırkçı saldırıların, toplumsal baskıların, dayak, işkence, cinsel taciz ve cinayetin getirdiği yıkımlarla karşı karşıya. Aç kalıyor, tecavüze uğruyor, istemleri dışında hamile bırakılıyor, kendi evlerinde oturamıyor…Üstüne bir de bir  “kadın yazarın” dergide, gazetede yazdığı “faili aklama” girişimi inanılır gibi değil. Oysa önce bizim omuz omuza mücadele etmemiz gerekiyor. Kadınların gerçek özgürlüğü bulacağını söyledikleri “adil düzen” aldatmacasıyla, kazanılmış haklar, edinilen sınırlı özgürlükler de ellerinden alınmak isteniyor çünkü. Toplumsal haklar karşısında takındığımız tavır “faili aklamak mı” olmalı? Uzun bir giriş ve gelişmeyle başladım ama konuyu toparlamam gerekiyor.

Bu hafta, Hülya Soyşekerci’nin, Tomris Uyar’la ilgili yazısına değinecektim. Sevgili Uyar’ın çoğu kitabı var bende. Öyküleri, gündökümü notları, soruşturmaları, söyleşileri, eleştirileri… Hülya Soyşekerci’nin belirttiği, Handan İnci’nin hazırladığı “Kitapla Direniş” adıyla yayımlanan kitabın bir Tomris Uyar çalışması olduğunu bilmiyordum (UYAR, Tomris, İNCİ, Handan, Kitapla Direniş, Yazılar/Söyleşiler/Soruşturmalar, YKY, Mart 2011) Sevgili İnci’nin önceki çalışmaları kadar duyulmadı sanırım. Ya da ben duymadım. Elbette bu kitabı da seve seve alacağız.

Tam da bahsetmek istediğim bir konuya parmak bastığı için, Soyşekerci’nin alıntısını buraya da yazıyorum: “Kitapla Direniş’te, Tomris Uyar’ın eleştirmenliğini tam anlamıyla görme olanağı bulduğumuz gibi, günümüzde popüler dergiler ve sosyal medyaya, sadece yaşadığı aşklarla ve ‘şairlere ilham veren güzel kadın’ olmasıyla gündeme getirilen Tomris Uyar’ın, aslında ne denli derin bir düşünce insanı ve ne denli güçlü bir aydın olduğunu keşfetme olanağı buluyor; bu gerçeğin üzerindeki haksızlık örtüsünün de bir an önce ortadan kalkmasını içtenlikle diliyoruz.” (H.S, Edebiyatımızda Kadın Yaratıcılığı, Vapur Yayınları, s.125) Birkaç gün önce, sosyal medyada denk geldik benzer bir yazıya. Tomris Uyar’ın öyküleri, incelemeleri vb. değerlendirileceğine “Tomris Uyar, İkinci Yeni şairlerinden dördüne -Ülkü Tamer, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever- esin kaynaklığı yapmıştır” diye bir giriş cümlesi. Ne zaman kurtulacağız acaba böylesi yanlış bir tanımdan? Bunları görmek için bakmak yetmez diye düşünüyorum. Görebilmek, duyumsayabilmek için daha fazla çaba harcamak gerek. Kötümser olmak, dünyanın değişmeyeceğini kabul etmektir. “Kötü niyetin, gününü gün etmek isteyenlerin” de umduğu bu değil mi?

Tomris Uyar’ın, Aşkın Yıpranma Payı kitabının sonunda, “Ünlüler ve 1980’lerde Kadın” başlıklı bir söyleşisi var. Karikatüristlere, yazar-çizerlere yöneltilen soruda, erkeklerin kadına bakış açısı, Türkiye’de kadının ana sorununu değerlendirmeleri istenmiş. Hepsini tek tek yazacak değilim tabii ki. Nehar Tüblek’in verdiği yanıta bakalım: “Ana sorun, kadının hâlâ, ‘ikinci sınıf bir yurttaş’ işlemi görmesidir. Kırsal bölgelerde de, büyük kent yaşamında da eziliyor kadın. Nice aydın erkek, fikir olarak kadının eşitliğini benimsiyor da, gerçek yaşamda eşlerini horluyor, hırpalıyor.”(s.313) Bir diğer ünlümüz Tan Oral’a sorulan ise “Çağımızdaki ‘kadın hareketi’ konusunda ne düşündüğü. Dürüstçe bir yanıt geliyor: “Yalan olmasın, ‘kadın hareketi’ deyince, benim gözümün önüne hareket halinde birtakım kadınlar geliyor yalnızca. Düşüncelerini açık seçik ortaya koymuş değiller daha.”(s.324)
Turhan Selçuk’un bir başka soruya cevabı şöyle oluyor: “Ülkemizde bir tek ‘Erkekler Derneği’ yok, ama birçok ‘Kadın Derneği’ var.” diye devam ediyor(s.325) 1980’den bu yana ne kadar tanıdık, bildik ve değişmeyen açıklamalar, değil mi? Kuşkusuz “kadın hareketinde” ilerleme kaydettik. Çeşitli kadın platformlarının gayretiyle konuşulanlar, alınan veya alınmayan hukuksal kararlar, kadın-erkek eşitliği, LGBTİ+lar, her şey masaya yatırılıyor. Kadın avukatlar yol yordam gösteriyorlar. Hiç değilse sosyal medyada bu böyle. Yazının başında belirttiğim gibi “meToo ve ifşa” hareketiyle kimin ne düşündüğü de ortaya çıkıyor. Sonuç? “Kadının, kadının” yanında olması beklenirken “failini aklama” yazısıyla ifşa tanımına geri dönüyoruz. Bu yazı da bizi tekrar geriye atıyor. 1980’e. Sil baştan ifşanın karşılığını açıklıyoruz harıl harıl. “İfşa şiddet karşıtlığıdır. İfşa etti diye kadınları didaktik masaya yatırmak başlı başına antifeminist bir tutumdur. İfşa deneyim siyasetidir. Deneyimin yazısıdır. Dayanışma siyasetidir.”

Bu gürültü patırtının arasında güç de olsa, “yaşadıkları birbirine benzeyenlerin sesi bulur birbirini.” Sosyal medya sayesinde buluyor da. “Ben de senin yaşadıklarını yaşıyorum, gel, gücümüzü birleştirelim. Birleştirelim de sorunlarımızı birlikte çözelim” diyen kadınlara her zaman ihtiyacımız var. “Gözlerine takılan göz bağını” kaldırmak, yalanın, dolanın, tacizin, şiddetin perdesini yırtmak için. Daha da önemlisi, hayatı iyiden, güzelden, doğrudan, haklıdan yana değiştirip dönüştürmek için mücadele eden insanlara, kadınlara destek olacağına, “failden yana olmak” kabul edilebilir bir tutum değildir.

Karanlık gecenin içinde duyulan sıcak bir fısıltı, umudu taşıyan rüzgâr, bir kuşun ötüşü, buğday başaklarının hışırtısı nasıl susturulamazsa, gerçeği haykıran kadının, insanın sesi de susturulamaz. ‘Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda.’ Susma! Biz kadınlar şimdi bir araya gelmezsek hepimiz zarar göreceğiz katlanarak artan şiddet ikliminden. Susma!

Kadın görünmüyor, iki yanda da yok
balkonda, verandada, hayır yok
kapatmış kendini yalnızlığıyla
şezlong kitap gözlük
orda öylecene
sustu kaldı, geriye geriye çekilerek
biliyor
her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda

Gülten Akın, Susma

Not: Hülya Soyşekerci’nin, Edebiyatımızda Kadın Yaratıcılığı kitabına bir başka yazıyla tekrar değineceğim.

Kapak Görseli: Dilara Açıkgöz / csgorselarsiv.org 

Benzer İçerikler

spot_img

Son İçerikler

spot_img