8.5 C
İstanbul

Bu Hafta: 22 Mart- 28 Mart

Yayınlanma tarihi:

22 MART

“Ben içeri düştüğüm sene, İkincisi başlamamıştı henüz.
Dachau Kampı’nda fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşima’ya.
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
Sonra kapandı resmen o fasıl, 
şimdi Üçüncüden bahsediyor Amerikan Doları.”

Genco Erkal’ın, Fazıl Say imzalı “Oratoryo”da muazzam bir şekilde seslendirdiği, “Ben içeri düştüğümden beri” şiirinde böyle yazmıştı Nâzım. “İkinci”den kasıt, İkinci Dünya Savaşı’ydı, şiirin yazıldığı günlerde henüz vücut bulmamış yer ise Dachau Toplama Kampı.

1933 yılında, Nazilerin ilk toplama kampı olarak bugün kurulmuştu. Kamp, başlangıçta Nazi rejimine muhalif olan komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar için tasarlanmış gibi dursa da zamanla Yahudiler, Romanlar, eşcinseller, “Yehova Şahitleri” ve tüm “istenmeyen” grupların hapsedildiği, katledildiği bir merkez haline gelmişti. Önce sadece bir “GÖZALTI” merkeziydi, çok geçmeden zulüm ve ölüm üreten bir toplu mezara evrildi. İkinci Dünya Savaşı boyunca Polonyalılar başta olmak üzere birçok Yahudi’nin ve Sovyet savaş esirlerinin gönderildiği, katledildiği kampta “tıbbi deneyler” de yapıldı. Sözde yüksek irtifa, hipotermi ve bulaşıcı hastalıklar üzerine yapılan bu deneylerde insanlar açlık, zorla çalıştırma ve her türlü işkence ile infazlara maruz bırakıldı.

Bugün Dachau Toplama Kampı bir müze olarak halen açıktır. Ziyaret edecekler için ise gerçek tıbbi destekler önerilmektedir. Psikolojik destek olmaksızın bu mekânın görülmesi pek sağlıklı olmayabilir.

Öte yandan, “sadece bir GÖZALTI” olarak başlayan her musibete karşı vakitlice önlem almak, abartısız bir şekilde hayat kurtarabilir.

*

Ahhh coğrafya, ne tuhaf şeysin! Ya da insan hamuru ya da hayat mayası ya da zıkkımın kökü ya da mürekkep demi…

Dachau’yu kuranların orta yerinden çat demiş çatlamış bir tomurcuk: Adı, Johann Wolfgang von Goethe.

Bugüne kadar Goethe’nin en çok çevrilen eserlerinden birisi de “Genç Werther’in Acıları”dır. Ülkemizde tahminen otuza yakın çevirisi bulunan Werther’in ilk çevirisi altmışlı yılların başlarındadır. Avrupa’dan çok sonra. Hâlâ tüm ülkelerde okunuyor olması eserin sıradan bir aşk romanı olmadığını kanıtlıyor. Werther’in Lotte’ye duyduğu doğal, saf aşkı, kendisi de defalarca aşık olmuş Goethe’nin zengin dili ve muhteşem üslubuyla birleşince ortaya ölümsüz bir eser çıkmış. Goethe, kendi hayatında da pek başarılı geçmeyen hukuk eğitimi sırasında Anna Katherina’ya aşık olur. Ancak aşırı kıskançlığı nedeniyle biten bu aşkın acısını yaşlılık yıllarına kadar atamaz. Bu durumdan kurtulmak için kendini edebiyata verir.

Kitapta da Lotte’ye olan aşkının özeleştirisini yaparak dostu Leonore’a şöyle seslenir ilk paragrafta:

“Sevgili dostum, insanın kalbi ne tuhaf. O kadar çok sevdiğim ve hiç ayrılmam dediğim seni terk ettim ancak mutluyum.”

(Johann Wolfgang von Goethe, “Genç Werther’in Acıları” – Çeviri: Gülperi Sert)

Ölümünün 193. yılında saygıyla anıyoruz.

23 MART

Belli, Nâzım el verdi bize “bu hafta”, ses verdi, nefes verdi. Onun yarenlerinden birini daha ağırlamak kısmetmiş, ne alâ… (“Yaren” demişken peki? Yaren leylek on dördüncü kez hoş geldi, safa geldi. Nasıl güzel bir vuslattı değil mi?)

Bir ressam, bir yazar: Abidin Dino. Geleneksel kültürden yararlanan, çevreyi ve halkı konu edinen bir sanat anlayışını savunmak amacıyla birkaç arkadaşıyla birlikte Limon Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı (1939). Siyasi görüşlerinden dolayı sıkıyönetim kararıyla İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Paris’e yerleşti. Resimleri, dünyanın dört bir yanında resmî ve özel koleksiyonlarda bulunan sanatçı, Pertev Naili Boratav’ın “Türk Masalları”, Nâzım Hikmet’in “Kuvâyi Milliye Destanı” ve Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” gibi yapıtlarının da bulunduğu kitapları resimledi. Hayatı boyunca Nâzım’ın son günlerine değin, hatta onun ölümünden sonra da onun yapıtıyla olan bu karşılıklı ilişki devam etti. Dino, kitabın bir yerinde şöyle der:

“Nâzım’ın bir şiirinde, ‘Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?’ diye bir dizesi vardır. O gün bugün, bu soru sökülüp atılması olanaksız bir biçimde bedenime yapışmış gibidir. Tabii, şiirinde bu soruyu sorarken, mutluluğun resmini yapamayacağımı biliyordu Nâzım. Bu mutluluk imgesi şiirde de olanaksızdı. Yaşanan günler buna izin vermiyordu. Tabii, Nâzım’dan Neruda’ya, Aragon’a ve daha birçok ozan mutluluğu dile getirmişlerdir. Ama Nâzım’ın bana yönelttiği sorunun yanıtını ben resimlerimde veremedim.”

(Abidin Dino, “Nâzım Üstüne” – Sel Yayıncılık)

Bugün Abidin Dino’nun doğum günü. İyi ki doğmuş! Nasıl da yaşıyor ama…

24 MART

Elbette bir IQ testi mümkün değildi onun yaşadığı dönemde ama şayet ölçülebilse 160-190 arasında olduğu tahmin ediliyor. Yazık ki keşiflerinden biri dünya tarihinin en büyük felâketlerinden birine sebep oldu: “Atom bombası” bulundu. Kendisi son nefesine kadar nükleer silahsızlanma, savaş ve ırkçılık karşıtlığı, insan hakları gibi konularda ses yükseltti ve mücadele etti. Yahudi düşmanlığı sebebiyle ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı ama yerleştiği Amerika’da da hem kendisi ırkçılığın farklı boyutlarıyla karşılaştı hem de orada özellikle siyahlara karşı yapılan ırkçılığa kayıtsız kalamadı.

Ancak biz ilk noktaya dönelim. Onun yani Albert Einstein’in zekasına. Dünyanın en zeki insanlarından biri olarak anılan bu büyük dahi şöyle diyor: “Düşlemek, bilmekten önemlidir.”

O halde gelelim dünyanın en büyük düşleyenlerinden birine: Jules Verne.

O düşlemeye ve yazmaya başladığında, aklından geçirip de kağıda naklettiklerinin birçoğu henüz yoktu ortalıkta: Denizaltılar, Ay’a seyahat ve uzay araçları, helikopterler ya da uçan araçlar ve daha bir sürü şey. “Hayal gücünü bilimle birleştirdi” desek bile haksızlık etmiş oluruz, hayal gücüyle başka bir bilim yarattı diyelim. Biz, söyleyenlerin yalancısıyız ya, bundan 120 yıl evvel öldüğüne dair söylentiler var. Söylentiler var da inanasımız yok! Yaşıyor…

25 MART

Darbe devam ediyor. (Hâlâ!)

12 Mart Muhtırası’nın üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmiş. Dünyanın her yerinde fırtınalar estiren sol gençlik hareketinin Türkiye’deki öncü isimlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında idam kararı verilmiş. Bu infaza mecliste cevaz verenler arasında her partiden vekil var. (Arşiv ne kadar güzel bir şey değil mi?)

Denizlerin idamının oylandığı gün 131 vekile sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 52 eksikle katılmıştı genel kurula. Bunlardan ikisi çekimser kalmış, geri kalan vekillerin ise 47’si “Hayır”, 30’u ise “Evet” oyu kullanmıştı. Aynı parti, 25 Mart 1972’de bu idamların iptali için Anayasa Mahkemesi’ne kurumsal başvuru yapmıştı. (Üç gün sonra idam kararı resmen onaylandı.) Tuhaftır, bugün bile CHP’nin “en etkili politika” olarak gördüğü şey, “AYM’ye başvurmak”… Anayasa Mahkemesi’ne… Ortada bir “anayasa” yokken bile!

26 MART

Umutsuzluğu bas bas bağırıyor takvim, hep benzer hüsranlarda çınlıyor saat ama biz de dönüp dolaşıp tutunuyoruz ona. “Umut” diyorlar adına. Kudretimiz bundan galiba..

“Eşsiz lacivert gök, güzel gök, bil ki yarına yine umutla giriyorum.”

“Günlükler”de böyle demiş Erdal Öz.

O da, bir gün evvel andığımız 12 Mart’ın en “yaralısıydı”. “Yaralısın” romanı ve “Gülünün Solduğu Akşam” adındaki hatırat, böyle yazıldı. “Kanayan” adlı kitabında işkenceye maruz kalan insanların çığlığı oldu ve sonra öyküye durdu. “Sular Ne Güzelse” ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı.

Onca acıya rağmen hayatımızın ortasına kıpkırmızı bir kalp kondurdu. Kurduğu Can Yayınevi hiç teklemeden atan o kalple hâlâ değiyor hayatlarımıza…

Ne güzel doğdun, ne çok şeye dokundun Erdal Öz…

*
Şimdi, yarına gidiyoruz! Yanımıza 2 yıl önce, 2023’te yitirdiğimiz harika bir tiyatro ve seslendirme sanatçısını alarak: Köksal Engür.

Çocukluğumuzun sesiydi, çünkü hem Büdü hem de Red Kit’ti. Yetişkinliğimizde ilhamımıza yetişti, çünkü karşımıza Robert de Niro, Al Pacino, Dustin Hoffman, Robin Williams ve niceleri olarak da geldi.

“Karanlıkta Koşanlar” gibi kült dizilerden birinde Uğur Yücel ve Haluk Bilginer’le birlikte hepimizi irkiltti bazen, bazen de “Leyla ile Mecnun”un ak saçlı dedesi olarak yüzümüzü güldürdü. Beyaz perdede “Korkuyorum Anne” ile ayrı, “Beş Vakit” ile ayrı çaldı kalbimizi.

Tiyatroya gelince… Onun da kalbinin attığı yerdi belli ki. Tam altı kere Afife Tiyatro Ödülleri’ne, üç kere ise Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Oyuncu Ödülleri’ne uzandı… Bu büyük sanatta “Keşanlı Ali Destanı”, “Martı”, “Sevilmek” ve “Ne Kadınlar Sevdim” gibi büyük yazarların büyük eserlerinde boy göstermek de yine ona kısmet oldu. 26 Mart 2023’te veda ettik Köksal Engür’e.

Bugün bitti ahali, sabah oldu: Şimdi gidebiliriz yarına

27 MART

Bugün, Dünya Tiyatro Günü.

Bir kere daha derin bir acıyla görüyoruz ki sesini kimselere ulaştıramayan bir avuç insan dışında kimsenin umurunda değilmiş şu tiyatro denen cefalı, zahmetli, bir o kadar da zengin, zenginleştirici sanat. Ve bugün bu sanata, filmlere, kitaplara, dergilere sansürün her geçen gün arttığı dönemde yasaklara karşı özgürlük diyoruz. Tiyatroya özgürlük!

28 MART

Söz yine tiyatroya, başka bir büyük tiyatrocuya gelecek elbet ama bi ufak soluklanalım.

Bir kadında, “kendine ait bir oda” arayan büyük bir yazarda soluklanalım.

Virginia Woolf’un felsefesi biraz mistik yani gizemci gibi görünebilir ama bize kalırsa çok doğru ve gerçek bir şeyi betimliyor: Gölge tarafımızla temasta olmak.

Hakkında konuşacaklarımızı geleceğe saklıyoruz ve onu ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyoruz…

*

Onunla başladık, onunla bitirelim:

Bu, teyitli bir bilgi değil ama biz yine de eminiz, Dünya Tiyatro Günü’nde de kesinlikle sahnedeydi: Fiziken ya da ruhen…  Ama daha da güzeli şu ki, o günden bir gün sonra, 28 Mart 1938’de doğmuştu Genco Erkal. Tiyatrocu olmak için sanki, değil mi?

Adı ve anısı çok yaşasın!

– – –

BONUS:

18-24 Mart Yaşlılar Haftası

Yaşlılığın erdemleri üzerine bugüne kadar neler söylenmemiş, neler yazılmamıştır ki… Cicero’nun, “Yaşlılık” adlı yapıtı mesela. Nasıl da över, yüceltir yaşlılığı; insanın bilgeleştiği, yaratma gücünün doruğa ulaştığı bir dönem diye adlandırır.

Yaşamın gerçek anlamına ancak bu dönemde ulaşabilirmiş kişi. Çünkü yaşlılık, kavrama, algılama gücünü keskinleştirip geliştiren deneyimsel bir okulmuş. Peki, bütün bu övgüler, yüceltmeler “yaşlılık” sözcüğünün bağladığı anlam yükünü değiştirmiş, ona yeni boyutlar kazandırmış mıdır? Hayır. Sıcak sesli sözcüklerden değildir yaşlılık. Çağrışım ağına sanki korkunun, ürkünün soluğu sinmiştir. Umarsızlığı, dış dünyadan kopmuşluğu, mızmızlığı düşündürür. Uzun bir süredir de huzurevi ücretlerini düşündürüyor!

Hazırlayan: Demet İskeçeli & Emre Dursun

Benzer İçerikler

spot_img

Son İçerikler

spot_img