Yaşayanlarla, yaşananlarla, iz bırakanlarla Bu Hafta…
3 MAYIS
Türkçenin en muazzam şiirlerinden biri, adını taşıyan bir kitap olarak çıkmıştı: “Üvercinka”. Yeditepe Yayınları’ndan çıkan kitabın kapağı, en az şair ve şiir kadar dikkat çekmişti. Kapağı tasarlayan kişi, Sait Maden’di.
Memleketin en çok yönlü, en çalışkan sanatçılarından biri olan Maden, 1931 yılında bugün doğdu. Şair, çevirmen, yayıncı, ressam, fotoğrafçı ve grafik tasarımcıydı. Can Yayınları, Cem Yayınevi ve Remzi Kitabevi gibi yayınevlerinin görsel kimliklerinin oluşmasında büyük katkılar sunmuştu. Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Rusça’ya hâkimdi ve Aragon’dan Mayakovski’ye, Baudelaire’den Lorca’ya kadar birçok şairin eserini Türkçeye çevirdi.
Grafik sanatçılarının emekleri heba olmasın diye bir dernek kurulmasına öncülük etti ve bir süre bu derneğin başkanlığını da yürüttü.
Sait Maden, kendisi de şiirler yazdı ve sanatımıza çok şey kazandırdı.
“Titredim karşısında dünyanın gün gün, saat saat
taşlar arasında ben yüce, düşler arasında ben küçük.”
(Sait Maden, “Kimlik”)
4 MAYIS
Oyunculuğu bir yana, sadece yüzüyle bile bir ikondur. “Estetik” diye bir şey varsa ve bunun üzerine konuşulacaksa, adını ilk sıralara yazmaktan başka çaremiz yoktur: Audrey Hepburn, 4 Mayıs 1929’da doğdu.
Belçika doğumlu aktris, 50 ve 60’lı yıllarda Hollywood’un en büyük yıldızlarından biri haline geldi. Başta, “Tiffany’de Kahvaltı” olmak üzere rol aldığı hemen her film ile ödüllere aday gösterilmiş, oynadığı her filmle sinemanın en önemli ödüllerinden birini kazanmıştır. Oscar kazandığı “Roma Tatili” filmi 1954 yılında, İstanbul sinemalarında haftalarca gösterilerek rekor kırmıştır.
Seyretmek şöyle dursun, bakmaya doyamadığımız Hepburn’ün doğum gününü kutluyoruz.
*
Kendi söküğünü dikemediği söylenen bir terziden, koskocaman bir hayat dersi alırız bazen…
Henüz 12 Eylül faşist darbesi gerçekleşmeden ama askerlerin etkisini iyiden iyiye göstermeye başladığı günlerde görevinden alınıp tutuklanan Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez, hem kendi söküğünü diken hem de halkın delik ceplerinden dem vuran bir terziydi.
“Devletin anayasal düzenini değiştirmekten” yargılanıp mahkûm edildi ve hapsedildikten beş yıl sonra, cezaevinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Can Yücel onun için şöyle demişti: “Fikri Sönmez bu şafaklarda.” Haklıymış… Fikri Sönmez, 4 Mayıs’ta öldü ama kendi ve fikri sönmedi.
5 MAYIS
Memlekette İşçi Bayramı’nı yine işçilerin, meydanların, sokakların abluka altına alındığı; kompleksli bir iktidarın nafile mastürbasyonuyla “idrak ettik”. Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’nin bomboş görüntüleri bir gurur vesilesi olarak yayınlandı televizyonlarda. Oraya varmak isteyenler ise her köşe başında gadredildi.
Dünyanın bütün işçilerine “birleşin” diyen insan ise, bugün doğdu. “Hepi börtdey” Karl Marx!
Halen peşinde koşulan sosyalizm ve komünizm idealinin, ideolojisinin kurucusuydu. “Sınıf” dedi, başka bir şey demedi. Üretim araçlarına sahip olanlarla emek gücünü satanların çatışmasının bütün tarihi belirlediğini söyledi: Çünkü insanlık tarihi, sınıf çatışmalarının tarihiydi. Hâlâ öyle değil mi?
Marx’ın fikirleri 20. yüzyılda çok sayıda sosyalist ve komünist harekete, özellikle Sovyetler Birliği’nin kuruluşuna ilham verdi. Aynı zamanda sosyoloji, siyaset bilimi ve ekonomi alanlarında da büyük etkiler yarattı.
Kapitalist sistemin sömürüye dayalı olduğunu, “emeğin yabancılaşmasını” yarattığını ve artırdığını söyleyen Marx, proletaryanın sonunda devrim yaparak burjuvaziyi devireceğini ve üretim araçlarının tümünü toplumsallaştıracağını, eşit bir toplum kurulacağını savunur.
*
Sadece 25 yıl kalabildi dünyada ama bu kısacık zamana dünyalar sığdırdı, Arkadaş.
Henüz 17 yaşındayken “Kent 16” adlı bir dergi çıkarmış ve burada “Niye Kapalı Kapılarınız-Bulamıyoruz” başlıklı ilk şiirini yayınlamıştı: Altındaki imza, “Zekâi Özger”di. Bu derginin başka bir sayısı olmadı ama Arkadaş, kendisini müjdeledi o yayınla. Sonra başka dergilerde görülmeye başladı imzası. 1967’de Soyut dergisinde yayınlanan şiirinin adını ilk kitabına da vermek istemişti: “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası”. Ancak bu başlık kabul görmeyince, şair ona bir başka isim vermek yerine “Ne zaman yayınlarsam yayınlayayım adı bu olacak!” dedi ve kitabı yayınlamadı.
Arkadaş Zekai Özger, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Basın Yayın Yüksekokulu’nda okumuş ve öğrenciliğinden başlayarak sol düşünceye yakın durmuş ancak dönemin solcu şairlerinin aksine daha kendine özgü bir dil tutturmuştu. Hem romantik hem isyankâr bir üslubu olan Özger, yaşadığı dönemin politik çalkantılarıyla kendi iç dünyasını şiirinde harmanlamıştır.
1971 yılında gözaltında yoğun bir şiddete de uğramış olan Özger’in, bundan iki yıl sonra gerçekleşen ölümü de hâlâ karanlıktır. 29 Nisan 1973 günü sokakta ağır yaralı halde bulunan genç şairin düşme sonucu mu, yoksa bir saldırı sonrası mı bu hale geldiği bilinmiyor. 5 Mayıs 1973’te hayatını kaybeden Arkadaş’ın şiirleri ölümünden sonra üç ayrı başlıkla yayınlandı ancak onun gönlünden geçeni Kenan Yücel yaptı: “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası,” Ve Yayınevi tarafından 2014 yılında yayımlandı.
*
Bu gece, Hıdırellez! Baharın gelişini müjdeleyen bu bayram birçok yerde ve inançta kutlanmaktadır. Bu gecede ateşin üzerinden atlamanın kötülüklerden arınmaya vesile olacağına inanılır. Kimi tuz yiyip su içmeden uyur bu gece, kimi de dileklerini yazdığı ya da çizdiği bir kâğıdı gül ağacının dibine gömer. Kimi ağacın altına bizzat girerek dileğini burada diler, kimi bir elmanın kabuğunu hiç koparmadan soyarak suya bırakır…
6 MAYIS
Gelin görün ki, bazı kötülüklerin çözümü yoktur ve o kötüler ki, en güzel dilekleri ektiğiniz ağacın güllerini dalındayken soldurur. Hıdırellez gecesi, birçokları için “Gülünün Solduğu Akşam” demektir.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 1972 yılının 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecesi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin bahçesinde idam edildiler. “Tam bağımsız Türkiye” idealiyle yola çıkan bu gencecik öğrenci liderleri, 12 Mart Muhtırasının zalimliğiyle katledildiler. Ayaklarının altındaki sehpayı kendileri iten ve boğularak can veren devrimci gençlerin nabızları bir saate yakın süre atmaya devam etti.
İdam kararını veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi, 2014 yılında yediği yemeğin soluk borusuna kaçması nedeniyle boğularak can verdi.
Denizler’i, “Gülünün Solduğu Akşam” kitabında anlatan yazar Erdal Öz ise, 2006 yılının aynı günü, 6 Mayıs’ta hayatını kaybetti.
7 MAYIS
Öğrenciliğin, öğretmenliğin, arkadaşlığın bütün hallerini en güzel anlatan yazar, Kastamonu Muallim Mektebi mezunu bir öğretmendi: Rıfat Ilgaz. Ancak öğretmenlik yaşamı boyunca bitmek bilmez sağlık sorunları yaşadı ve sonunda tüberküloz nedeniyle mesleğini bıraktı. Toplumcu gerçekçi edebiyatta mizahı ustalıkla kullanan bir yazar olarak tanındı. Şiir, roman, öykü ve oyun türlerinde çok önemli eserler verdi ama başyapıtlarından olan “Hababam Sınıfı”, hem tiyatro hem de sinemaya uyarlanınca artık herkesin bildiği ve sevdiği bir yazardı.
Ilgaz edebiyat ve sinemada sadece “Hababam Sınıfı” ile değil, “Karartma Geceleri” ile de büyük ses getirdi. Orada şöyle demişti: “Yazmak bir suçtu o yıllarda… Sadece düşünmek bile insanın başına iş açabilirdi. Ama ben düşündüm. Yazdım. Çünkü sustukça içimdeki karanlık büyüyordu.”
Rıfat Ilgaz’ın doğum günü bugün… Kimi kaynaklara göre yarın… Annesinin söylediğine göre Şubat… Ya da belki Ağustos! Bilmiyoruz ama zaten her gün yeniden doğan ve yapıtlarıyla yaşayan bu büyük yazarı minnetle anıyoruz.
8 MAYIS
Romain Gary, Emile Ajar, Fosco Sinibaldi ve Lucien Brulard aynı anda, 2 Aralık 1980 yılında intihar ettiler: Evet, aynı anda! Onların hepsini içinde, kafasında, sırtında taşıyan Roman Kacew ise 8 Mayıs 1914’te doğmuştu.
Romain Gary, Litvanya kökenli Yahudi bir aileden geliyordu ve babasını hiç tanımadı. Dahası, annesine bunu hiç sormadı bile. Annesiyle birlikte küçük yaşlarda Fransa’ya göç etti ve bu ülkenin vatandaşlığına geçti. İlk savaş, onun doğumundan yaklaşık üç ay sonra patladı, ikinci savaşta ise Fransız ordusunda pilot olarak görev yaptı ve hatta “savaş kahramanı” ilan edildi. Sonra diplomat oldu ama daha da önemlisi çok büyük bir yazar oldu.
1956’da yazdığı “Cennetin Kökleri” romanıyla Fransa’nın en prestijli ödülü olan ve her yazarın yalnızca bir kez kazanabildiği Goncourt Ödülü’nü kazandı. Emile Ajar mahlasıyla yazdığı “Onca Yoksulluk Varken” romanı ise 1975 yılının Goncourt Ödülü’ne uzandı. Ajar’ın Gary ya da Gary’nin Ajar olduğu, intihar etmeden önce yazdığı mektupla anlaşıldı: “Çok eğlendim, teşekkür ederim.”
Fransız edebiyatının en gizemli, üretken ve çok yönlü yazarlarından olan Gary, kimlik, göçmenlik, aidiyet, savaş, insanlık, özgürlük ve sevgi temalarını işlerken muazzam duyarlılığıyla birlikte üst düzey mizah anlayışından da faydalandı.
Asıl biz ona teşekkür borçluyuz ve doğum gününü kutluyoruz.
9 MAYIS
Türkiye’de bir ara yaptığı resim en pahalıya satılan “ressam” kimdi, biliyor musunuz? Bilmek istemezsiniz! Ya da ona belki İlhan Demiraslan’ın bir şiiriyle seslenirsiniz:
“Buraya denizi çiziyorsun ya
Suları mavilere boyuyorsun ya
Kayıkları, martıları koyuyorsun üstüne
Sabahı serinliği koyuyorsun ya
Balıkçıları çiz balıkçıları
Geceyi de çiz doğacak günü de
Yoksulluğu çiz çaresini de
Geleceği de çiz geleceği de
Özgürlüğü de çiz demokrasiyi de.”
Çizemedi… Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi düşlerinin, mücadelesinin üzerine kapkara bir çizgi çizdi ama.
Marifetmiş gibi, “Bir sağdan, bir soldan astık,” dedi. Sayısız insanın ölüm emrini verdi ve “İdamları imzalarken ellerim hiç titremedi,” dedi… Ve 9 Mayıs 2015 günü defolup gitti!
12 Eylül faşist darbesinin mimarı Kenan Evren’in cenazesinde “helallik” istendiğinde “Haram olsun!” diye bağıran iki yürekli kadını saygıyla selamlıyoruz!
“Bu Hafta” yı Emre Dursun hazırladı…