28.4 C
İstanbul

Bu Hafta: 31 Mayıs- 6 Haziran

Yayınlanma tarihi:

Yaşayanlar, yaşananlar ve iz bırakanlarla Bu Hafta…

31 MAYIS

“Türkiye evlâtlarına, kendinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor,” demişti Ahmet Hamdi Tanpınar. Memleket takviminde tek bir gün yok ki, sızısız bitsin. Bir tek ayımız yok, pür huzurla sonlansın, bir tek haftamız yok pür neşeyle başlasın… Yok.

Yıllardır yaşadıkları baskı yetmezmiş gibi bugünlerde bir de YouTube ve Spotify gibi dijital platformların sansürüne maruz kalan Grup Yorum’un 1997 yılında yayınlanan Marşlarımız” albümünde, bugünün tarihi şu dizelerle anlatılmıştı:

“Nurhak sana güneş doğmaz

Uçan kuşlar yuva kurmaz

Dökülen kan yerde kalmaz

Soracağız hesabını.”

31 Mayıs 1971 günü, THKO militanları Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan, Kahramanmaraş’ın Nurhak ilçesindeki Nurhak Dağları’nda güvenlik güçleri ile girdikleri çatışma sonucu öldürülmüştü. Onlar, silahlı devrimci mücadeleyi zorunlu görüyor, kırsalda köylü ve emekçilerin içinde yer alacağı bir devrimi Nurhak Dağlarında ateşlemeyi umuyorlardı. Olmadı. Kısacık ömürlerine çok şey sığdırırken kendilerinden sonrakilere onurlu bir miras bıraktılar.

*

Kısacık ömrüne çok şey sığdırmış insanlardan biri de Alman film yönetmeni Rainer Werner Fassbinder olmuştu. Öldüğünde sadece 37 yaşındaydı, sinema sektöründe 15 yıl çalıştı ve bu iki yıl sayısının toplamından fazla proje üretti. Yönetmen, senarist, oyuncu, zaman zaman yapımcı olarak kırktan fazla film, onlarca tiyatro oyunu ve TV dizisi yönetti. Bu kısa zamanda yaptıklarıyla Alman Sineması’na köklü bir değişim getirdi ve yalnızca Almanya’da değil, tüm dünyada zihinleri işgal etti.

Hem içerik hem biçim açısından çok katmanlı bir sinema dili kuran Fassbinder, kendisi de biseksüel olan bir insan olarak filmlerinde cinsiyet rollerini ve cinsel kimliği tartışmaya açmıştı. Almanya’nın Nazi geçmişine dair politik riyakârlık, unutma arzusu ve otoriter kültürü eleştirmekten geri durmamış, aşkı ise bir sömürü, bağımlılık ve tahakküm ilişkisi olarak ele almıştı.

Çok az yaşadı ama bugün doğdu. Hayatına nokta koyduysa da, eserinin etkisi ve ilhamı sürüyor…

*

Kısacık ömür… Çok kısacık. Ama yine bir dolu ezgi arkada kalan…

Türk müziğinin kabiliyetli yakışıklısı Uzay Heparı, 31 Mayıs 1994’te, 25 yaşında ayrıldı aramızdan. Besteci ve aranjör olarak öyle muazzam melodiler kattı ki hayatımıza, kulağımızda ve hafızamızda yer etmiş bir dolu albümde ve seste onun izleri var. Ercan Saatçi şöyle yazmıştı arkasından:

“Yarınlar yok gibi, güneş hiç doğmayacak

O gitti, ah gitti, bir daha hiç dönmeyecek

Ah yandım ben Allah’ım, buna can dayanmaz

Al onu getir geri, bir daha vermeyeyim

Al onu, ver bana geri…”

Uzay Heparı, sonsuz bir merdivenden çıkıp bir kapıya omzunu yaslayarak o güzelim tebessümüyle bakıyor bize hâlâ… Biz de ona bakıyoruz.

1 HAZİRAN

Ona da sürekli bakıyoruz. Yalnızca bir sinema yıldızı olduğu için değil, aynı zamanda 20. yüzyılın en ikonik figürlerinden biri olduğu için. Ama sadece bunlar için de değil, sinema sektörünü derinden etkilerken kişiliğini hep muhafaza ettiği için de aynı zamanda. Bozulması için bile bir “kişiliğin” olması gerekir çünkü. Onca travmaya rağmen kendinden başka hiç kimseye haksızlık etmemiş bir aktris eteğinde sallamıştı dünyayı… Tanıyorsunuz:

Ey ahali, Marilyn Monroe, 99 yaşında!

*

“Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” adlı şiirinde şöyle der Nâzım:

“Yani içerde on yıl, on beş yıl,

 Daha da fazla hatta

 Geçirilmez değil,

 Geçirilir,

 Kararmasın yeter ki

 Sol memenin altındaki cevahir!”

“Sol memenin altındaki cevahir”, kalptir. Kalbi ömrünün sonuna dek devrim aşkıyla atanlardan biri de, Hüseyin Cevahir.

Biliyor musunuz, kıstırıldıkları ve saklanmaları gereken evde ölümün geldiğini anlayıp, “Burada hiçbir şey yapamıyoruz, bari bana dans etmeyi öğretin!” diyen bir militan. Hiç kararmadı Hüseyin’in sol memesinin altındaki cevahir… 29 Mayıs’ta Mahir Çayan ile birlikte giriştikleri bir eylem esnasında, İstanbul Maltepe’deki bir evde kıstırıldılar ve bir keskin nişancı vurdu Hüseyin’i… Hayat ve dans yarım kaldı ama devrim ideali hâlâ yaşıyor.

2 HAZİRAN

Durmaksızın şiir yazıyor Raşit, durmaksızın… Üstelik mahkûm. Hem de Nâzım’la aynı yerde, Bursa Cezaevi’nde…

“Bu şiirler işe yaramaz, Raşit” diyor Nâzım, “kalemin kuvvetli ama düz yazıya yönelmelisin.”

Önce küsüyor “Raşit”, sonra yeniden alıyor eline kalemi ve neler geliyor neler: “Ekmek Kavgası”, “72. Koğuş”, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, “Hanımın Çiftliği”, “Evlerden Biri” ve belki de başlık olarak dünyanın en harika roman isimlerinden biri: “Arkadaş Islıkları”…

Orhan Kemal’e 55 yıl evvel bugün veda ettik… Hâlâ özlüyoruz.

*

Hep özlemiş, bizim gibi… Hep özlemiş, bizden alâ… “Haberin var mı?”

Şiirleriyle Anadolu’nun sesi olmuş, halkın acısını, sevincini, umut ve özlemini olanca içtenliğiyle dile getirmiştir. “Havva anan dünkü çocuk sayılır,” diyecek kadar hem de…

Leyla Erbil’e sonsuz aşık olmuş ve sonsuz şiirler yazmıştı Ahmed Arif, ama şiirde genel olarak büyük izler bırakmıştı.

Türkiye’nin neredeyse bütün güzel evlâtları gibi zulüm ve işkenceden nasibini aldığı halde geri adım atmayan, halkının derdini her zaman dert edinen büyük şair, 1991 yılının 2 Haziran günü aramızdan ayrıldı.

“Şair namusludur. Gözünü budaktan esirgemez.

 Şair, halkına ihanet edemez.”

*

Grup Yorum yıllar boyu onca baskıya uğrarken hiç geri adım atmadan, arkalarında kapı gibi duran isimlerden biri de, Kalan Müzik’in kurucusu Hasan Saltık’tı. Sadece bu kadar mı?

Fotoğraf: Sinan Dirlik arşivi

Anadolu’nun, Rumeli’nin, Kafkasya’nın bütün cevherlerini teker teker bulup işledi ve bizlere hediye etti. Bıraktığı kültürel miras kolayca anlatılır gibi değildi. Saltık, 2 Haziran 2021’de hayata veda etti.

3 HAZİRAN

“Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü

Bıraktım acının alkışlarına 3 Haziran 63’ü…”

Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Haziran’da Ölmek Zor” şirinde “Demek ki göçtü usta, kaldı yürek sızısı” diye anlatmıştı onu ve bugünü…

Bugün, Türkçe şiirin zirvesi Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümü.

Yaklaşık on üç yılını cezaevlerinde geçiren Nâzım’ın şiirlerinde özgürlük, sınıfsal adaletsizlikler, sömürü, yoksulluk, savaş temaları baskındı. Her ne kadar onun ilk denemelerinde örnekleri mevcutsa da, Türk şiirinde hece ve aruz ölçüsünü bırakarak serbest nazım kullanan ilk büyük şairdi. Buna rağmen onun şiirinde ritim ve ahenk hiç eksik olmadı.

Gerçek bir enternasyonalist ve komünist olan Nâzım, hayatı boyunca tüm insanlığa seslendi ve Marksist-Leninist ideolojiden vazgeçmedi. Bu uğurda on yıllarını tutsak olarak geçirmesine rağmen, “Esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele,” dedi. “İçeri düştüğünden beri” her şeyin geliştiğini ve değiştiğini anlatırken bir soluk alıp, “Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur,” dedi.

Vatandaşlıktan çıkarıldığı 1951’den ölümüne dek sürgünde yaşayan ve memleket hasretiyle dopdolu bir halde hayatını kaybeden Nâzım’ın şiirleri elliden fazla dile çevrildi. 2009 yılında çok lazımmış gibi Türkiye vatandaşlığı iade edildi, Anadolu’daki bir köy mezarlığına gömülme isteği ise yerine getirilmedi.

*

1931 yılında “Yeni Gün” gazetesindeki bir yazısında şöyle diyordu Nâzım:

“Bütün bu işlerin cahiliyim ama, bu son günlerde, kanım biraz Fenerlilere kaynıyor gibi… Galatasaray’ı alt etmişler, diye değil alimallah!.. Bilakis be, iki gözüm… Bu işe biraz kızıyorum bile! Demokrasiya devrinde her sene Fener’in şampiyon olması doğru mu ya? Hem sonra, efendim, mağluba yardım, şanımızdandır. Malum a!

Fenere kanım kaynamaya başlaması başka sebepten…

Son yaptığım içtimai, felsefi, harsi, kozmografi tetkikak neticesinde, anladım ki, Fener, İstanbul, Kadıköy, filan semtlerinde taraftar sahibidir… Galatasaray Beyoğlu, Şişli semtlerinde taraftar sahibidir… Fenerin kaptanı Sirkeci’de dükkan açmış… Galatasaray’ınki Beyoğlu’nda…

Ben, iki gözüm, spordan anlamam ama, şimdi neden, Fener’in taraftarı, Galatasaray’ın balosu, müsameresi çoktur bunu anladım işte.

Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar!.. Halka, kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!”

Fener’in bir efsanevi kaptanı var ki, Sirkeci’de hiç dükkân açmadı ama bu ülkenin milli takımının da kaptanlığını yaptığı halde, 6-7 Eylül Olayları esnasında Büyükada’da bulunan evi taşlandı. Bunun üzerine Fenerbahçeliler adaya akın edip onu korumaya aldı.

Türkiye formasıyla Dünya Kupası tarihinin 400. golünü atan, “Ben onu sırtımda değil, başımda taşıdım,” dediği Fenerbahçe formasıyla ise dört yüzden fazla gol atan futbolun ‘ordinaryüsü’ Lefter Küçükandonyadis, Nâzım’ın ölümünden bir yıl sonra aynı gün, Fenerbahçe-Beşiktaş maçında jübile yaparak futbola veda etti.

Geriye şu tezahürat kaldı:

“Tribünler inledi binlerce kere
Ver Lefter’e yaz deftere
Bitti kalem, doldu defter
Efsaneler ölmez Lefter”

4 HAZİRAN

Türkiye’nin mitolojiyle ve antik dönem edebiyatının eserleriyle tanışmasını sağlayan en önemli yazar ve çevirmenlerden biri olan Azra Erhat, tam 110 yıl önce bugün doğmuştu.

Sade, akıcı, şiirsel çevirileriyle klasik Yunan eselerini Türkçeye kazandırmakla kalmamış, kendi yazdığı ve bir kaynak kitap hâline gelen Mitoloji Sözlüğü ile de öncü bir rol oynamıştı. Erhat yalnızca edebi değil, kültürel ve felsefi açıdan da düşünce dünyamızı derinleştiren bu kimliğinin yanı sıra, Mavi Yolculuk adını verdiği gezilerle, her zaman peşinde olduğu mitolojinin izlerini bizzat yerlerinde sürmeyi arzulamıştı. Bu yolculuklarla kültürel belleği canlandırırken, modern insanın doğa, tarih, felsefe ve şiir ile daha güçlü bir bağ kurmasını amaçlamıştı.

Doğum gününü kutluyor, bize kattıkları için sonsuz teşekkür ediyoruz.

5 HAZİRAN

Karakter oyunculuğundaki ustalığıyla yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada takdir gören, tiyatro ve sinemamızın özgün, karizmatik ve yetenekli aktörü Haluk Bilginer’in doğum günü bugün.

Yarattığı karakterler, en basit tipi canlandırırken bile kattığı müthiş derinlikle yer aldığı bütün yapımları daha da güçlendiren usta oyuncuya nice uzun yıllar diliyoruz.

*

Bugün ayrıca Dünya Çevre Günü. Uzun yıllar boyunca yapılan uyarılara aldırmaksızın, gezegenin sınırlarını zorlayan insanların ortak sorumsuzluğuyla gelinen noktada iklim değişikliğinden ormansızlaşmaya, plastik atık yaygınlığından su kirliliğine, biyolojik çeşitliliğin kaybından doğal kaynakların tükenmesine kadar her şey artık bir “gelecek sorunu” değil, güncel bir gerçeklik olarak hayatımızın tam ortasında duruyor.

Sivil toplum kuruluşlarını, hükümetleri, özel sektörü bu anlamda göreve davet ederken bireysel olarak yapabileceklerimizin de hiç az olmadığını bilmek yada öğrenmek, bugün bile hâlâ hayat kurtarabilir.

Geri dönüşüm alışkanlığı edinmek, tek kullanımlık plastikleri azaltmak, enerji ve su tasarrufu yapmak, organik tarım ve yerel üretimi desteklemek, toplu taşıma veya bisiklet kullanmak hiç zorlanmadan yapabileceklerimizden bazıları. Çevrenin, doğanın bize olan ihtiyacından çok daha fazla bizim ona ihtiyacımız olduğunu hatırlamak ise en önemlisi.

6 HAZİRAN

Rus edebiyatı dendiğinde tüm dünyayı ayağa kaldırmış isimler saymakla bitmez ama içlerinden biri evvela o dilin yaratıcısı ve o edebiyatın temel taşı olarak öne çıkar: 1799’un 6 Haziran günü doğan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin.

Hem şiir hem düzyazı hem de drama alanlarında eserler veren Puşkin, Çarlık rejimini eleştirdiği için ilk yıllarından itibaren hep sansür ve sürgünle karşılaşmış ama buna rağmen kalemi elinden bırakmamış ve Rusçayı halk diliyle birleştirerek yüksek bir edebiya dili hâline getirmeyi başarmıştır.

O edebiyatın en büyük devlerinden biri olan Dostoyevski, “Hepimiz Gogol’ün ‘Palto’sundan çıktık,” diyerek bir başka devi yüceltmişti. İşte o Gogol’e, “Ölü Canlar” romanının fikrini ve ilhamını Puşkin vermişti.

Karısına hakaret ettiğini düşündüğü George Charles d’Anthès’i davet ettiği düelloda vurularak ölen yazar, eserleriyle yaşamaya ve sonsuz bir düelloya devam ediyor hâlâ…

*

Bu haftayı kapatırken, geçtiğimiz 26 Mayıs günü veda eden İlhan Şeşen’i hüzünle uğurluyoruz… Ama biz de onun gibi diyoruz ki:

“Bu demek değil ayrılık,

Bu demek değil her şey bitti

Bu demek değil güneş yok artık,

Buluta girdi.”

Bu Hafta’yı Emre Dursun hazırladı…

Benzer İçerikler

spot_img

Son İçerikler

spot_img