“Geçerdim basıp birtakım izlere
Eğildim biraz dikkat ettim yere,
O izler benim, hep benim izlerimdi.”
Bir kısır döngü bu kadar güzel anlatılır. Dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz. Dün, önceki gün bıraktığımız ayak izlerini tanıyoruz. Biz buradan geçmiştik, unutmuştuk, nasıl oldu da ileriye doğru gittiğimizi sanırken yeniden gerilere düşüp yine o eski izlere döndük? Tevfik Fikret’in “Kırık Saz” adlı şiirlerini okumuştum. Bilinen adıyla Rubâb-ı Şikeste.” Arada dönüp eskilere bakarım. A. Muhip Dıranas bu şiirleri Türkçeleştirmiş. Büyük bir değişme yapmamış, anlaşılır gibi olan yerlere dokunmamış ama bugünkü kuşakların bilmediği, anlamadığı Arapça, Farsça sözcüklerin yerine Türkçelerini koymuş. Dıranas’ın “çevirisini” de birkaç yıl sonra başka bir genç şair çıkıp bir kez daha Türkçeye çevirebilir:
“hased, pak, zerre vb” sözcükler epey eskidi, atıldı bir yana. T. Fikret kimi zaman duru bir Türkçeyle yazmış, ama çoğu zaman en ağdalı bir Osmanlıcayla.
Sevgili Ceren Biber’in, Niş adlı şiir kitabını okuyorum şimdi. Okudum daha doğrusu. Bir insanın sanat anlayışı, hayat çerçevesi içindeki durumu ve işleyişinden ortaya çıkar. Bir de bıraktığı izlerden. Ceren Biber’in incelikle kodlanmış izleri kitap boyunca peşinizi bırakmıyor. Şair, herkesin önünde “deney” yapan biridir. Baştan aldığını değiştirir; inatçı ve “sadakatsiz” tek bir sanat tanır: İzleğin ve çeşitlemelerin sanatı. Çeşitlemelere, savaşımlar, değerler, ideolojiler, zaman, yaşama, tanıma, katılma, söz alma açlığı…kısaca içerikler denk düşer:
“Bardaktan boşalırcasınasın ve ikircikli
Senden aldığımı anneme verdim, dikti ve delirdi.” (s.37)
Veya
“Tüm vebalara rağmenim yine de olsun.”
Buradaki “boşalırcasınasın ve rağmenim” sözcüklerine baktığımızda bu iki “dizge” arasındaki oyun: “Sözcüklerime bakın, dilim ben, anlamıma bakın, yeni bir fiilim ben, yazınım ben” üstüne kuruludur. Betimlediği “sahnenin” kendisinden çok başka mesajlar aktardığı muhakkak. Ancak dil bilimciler gibi konuşmamız gerekirse, bu mesaj, yalnızca anlamlandırmaya yarayan “dil bilimsel tözün” tersine, kendi içinde anlamlı olmayan bağlantılardan da oluşabilir. Ve ilginç bir yerleri değiştirme durumu çıkar ortaya: “Göstergenin öğeleri arasında.” Bu bağ, “analoji” aracılığıyla değil, dil aracılığıyla oluşur. Dolayısıyla “çokseslilikle” karşı karşıya kalırız:
“Acıy ıdı, ekşiy idi, bücüş üdü
Nazar ıdı, günah idi, kusur udu.” (s.53)
Şair, “kırılgan fiiliyle,” imgesiyle, sıfatıyla kendi yazış biçimini bu surette yeniden icat ediyor adeta:
“Bizeyse yalnızca adlarımızı söylemek kaldı
Memnun olundu, sözler verildi, eyvallahlanıldı.” (s.38)
Nesneler, izler her düzlemde varlar, masalarda, duvarlarda, ormanda, darmadağınık sepetler, meyveler, hayvanlar…Bütün bunlar insanın uzamıdır. Başka söyleyişler, varoluşun bir belirtisidir. Ve ancak çeşitlendirebildiğinde yapıta dönüşür. Bachelard, “şiirsel imgelemin” imgeleri kurmaya değil, tam tersine onları bozmaya dayandığını göstermiştir. Şiirin varlığını, izleğini oluşturan izler her yerdedir. Bu izler, şiirin genel düzenlenişindeki yerlerine göre belirlenmiştir:
“Yüzünde yeni izler var bak ne güzel sabah.”(s.25)
“Yeniden inşa etmek, yüzümdeki yasaları
Yeniden, iz bırakan kol saati.”(s.15)
Hepimiz birtakım eski izlerimizi görmüyor muyuz yaşamımızda? Dön dolaş eski işlere gel! Eski izlere rastlamak tedirgin eder kişiyi çoğu zaman. Hep yeni baştan almak, hep kendi izlerine basa basa bir daha geçmek aynı yoldan…
“Göğsümde diş izleri var
Buradan başlıyorum dünyaya
Buradan dün geçmenin izi de var göğsümde
Tasası bana düşenler de
Düşmanlarımın kabzasını kavradığı silahın şarjörü
Yine göğsümle dolu, izlerle yine ve dünyayla
Ama sordum çekip vurmak tetiği incitmiyor
Üç yolu mu var ölmenin
Yoksa ölmek kalbindeki balgamı
Sökmesi mi dünyanın” (s.36)
Eski, yeniye sürekli eşlik eder: Tanınabilir parçaların, akışa durmaksızın dönüp katıldığı bir “füg sürekliliğine” benzetilebilir. Bire bir anlamıyla alırsak, yapıtın bir iç modeli, parçaların titizce düzenlenişiyle yeniden ürettiği fikrini içerir. Ve elbette moderndir. Çünkü yalnızca birkaç “avangart” yapıtta karşımıza çıkar ama bu arada o kadar da eskidir ki: Claude-Levi Strauss’un varsayımına göre, sonsuzca olası yer değiştirimleriyle yapıta, şiire seçiminin sorumluluğunu, yani benzersizliğini, yani anlamını veren şu sürekli dönüp gelen birimlerin, devingenliği tarafından üretilmez mi? Yineleme, şaire “ihanet etmez”, bütünüyle betimlenen nesnenin içinde kaldığından, kaynağını açıkça bir sanattan alır. Sevgili Ceren Biber, hatırı sayılır bir tutku ve güç içeren uzun şiirler de yazıyor. Orhan Veli’ye göre, “Şiirin eskisi yenisi olmaz, güzeli çirkini olur.” Ceren Biber’in şiiri çok güzel.
Sahtesiyle çıkıp arıttım yüzleri
Sahtesiyle kimi kimsesi yokmuş gibiliği anladım
Sahtesiyle saçlarımı tepede toplayıp işe giriştim
Sahtesiyle yanıldım, yumuldum, yenilendim
Sahtesiyle yeni çehreler, sarılmalar, it izleri
Sahtesiyle üç yeni kıble, bin rahim, üç ağız
Sahtesiyle bir kalp, sahisiyle bir kalp daha
Sahtesiyle kop dedim bam teli
Sahtesiyle iyiyim
Sahtesiyle iyiyim
Sahtesiyle iyi…” (s.21)